Hiçbir zaman sadece “başörtüsü” mücadelesi değildi. Temel hak ve özgürlük mücadelesiydi. En fazla ona saldırıldı, en cansiperane o savunuldu. Cumhuriyet tarihinde muhafazakar kesimin verdiği tüm hak ve özgürlük mücadelelerinin sembolü haline geldi. Hala da öyle.
Başörtüsüz bir kadın olarak 90’lara damgasını vuran ve hala vurmaya devam eden başörtüsü mücadelesiyle tanışmam 1998 yılında, Nazlı Ilıcak’ın evinin salonunda oldu.
Nazlı Ilıcak Fazilet Partisi’ni (FP) tanıtmak üzere basına evinde bir akşam yemeği vermişti. Milli Görüş’ten gelen siyasetçilerin dış basınla tanışmaları sağlanacaktı. Yemekte ne konuşulduğu yerine servis edilen şarap haber olunca yılların deneyimli ev sahibesi Nazlı Hanım ikinci daveti öğle yemeği olarak düzenledi.
Bu ikinci davetin amacı FP’nin milletvekili adayı olarak göstereceği üç başörtülü kadını basınla tanıştırmaktı. Merve Kavakçı’yı orada tanıdım. Seçimlerden sadece Merve Kavakçı milletvekili olarak çıkabildi.
Çok genç bir gazeteciydim. "İrtica"dan korkmamamın nedeni politik bilincim değil, apolitik özgürlüğümdü. İlk defa erkeklerin arasında istediği gibi konuşan bir başörtülü kadın görüyordum. Retoriği çok güçlüydü. Sorulan sorulara büyük bir rahatlıkla cevap veriyordu. Hem de İngilizce! O gün yemekte bulunan partisinin deneyimli erkek milletvekillerinden daha ilginç, daha çekici, daha parlaktı.
Kısacası, benim deneyimsiz genç aklımla neden milletvekili olamasındı ki? Hatta pek de güzel olurdu. Safmışım, olamadı.
Merve Kavakçı’yı bir daha görmedim. Ta ki zamanın başbakanı Bülent Ecevit Meclis kürsüsünden “Burası devlete meydan okunacak yer değil!, Lütfen bu hanıma haddini bildirin” diye kükreyene kadar.
Televizyona kilitlenmiştik. Merve Kavakçı yemin etmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Genel Kurulu’na gireli yarım saat bile olmamıştı. Hemen yanında Nazlı Ilıcak’la birlikte sırasına doğru yürürken Demokratik Sol Parti (DSP) milletvekilleri sıralarının kapaklarına vuruyor, alkışlarla Kavakçı’yı protesto ediyordu.
Kavakçı sırasına oturmuş, çevresine şaşkınlıkla bakıyordu. Mimiklerindeki en küçük değişiklik o anda yüzüne zum yapan kameralar tarafından kayıtlara geçiriliyordu.
Merve Kavakçı’nın 1999 yılında Meclis’te yemin etmesine izin verilmedi. Varlığı ile “devlete meydan okuyordu”. Zaten bir süredir fazlasıyla meydan okunduğu için devlet 28 Şubat 1997’de sarsılarak kendine getirilmişti. Kavakçı’nın siyasete atıldığı Refah Partisi (RP) kapatılmış, aynı parti Fazilet Partisi (FP) olarak açılmıştı. Kavakçı da siyasi hayatına FP’de devam ediyordu.
1999'da Kavakçı olayını anlayabilmek için 90’ların Ankara’sına dönmekte fayda var.
1996'nın Ekim ayında, dönemin başbakanı Necmettin Erbakan muhabbetle gittiği Libya’da Kaddafi’nin “Neden bir Kürt devleti kurulmuyor” sorusuna ve devamında Türkiye’yi eleştiren cümlelerine maruz kalmıştı. Çadırda yaşayan "İslamcı" bir lidere bu kadar kredi verilmesi yetmiyormuş gibi, bir de Kürt meselesinin gündeme gelmesi Türk Silahlı Kuvvetleri için yenilir yutulur lokma değildi.
1997 yılının Ocak ayında Başbakan Necmettin Erbakan Başbakanlık Konutu’nda tarikat liderleri ve şeyhlere bir iftar yemeği verdi. Haber kanalları Başbakanlık binasına giren “makam” araçlarını canlı yayında tek tek gösteriyordu.
Birkaç gün sonra Ankara’nın Sincan İlçesi Belediyesi Başkanı Kudüs Gecesi düzenledi. Cihat piyesini izlemek için davet edilenlerin arasında İran Büyükelçisi de vardı. Bu olayı takiben ordu 20 tank ve 15 zırhlı araçla Sincan’ın ana caddesine çıkartma yaptı.
28 Şubat gecesi, 9,5 saatlik bir toplantının ardından Milli Güvenlik Kurulu demokrasiyi askıya alan bir dizi karar açıkladı.
Bu resimde laik kesimin kullanmayı sevdiği haliyle “türban”, muhafazakar kadınların kullandığı haliyle “başörtüsü” nerede diye sormak gerekli. Bu sorunun cevabı olmadan hem Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın hemen her konuşmasında bahsettiği “başörtülü bacı”sının, hem de laik kesimin nereye yönelteceğini bilemediği İslam korkusu ve fobisinin günah keçisinin kim olduğunu, neyi temsil ettiğini anlamak zor.
Üniversitelerde başörtüsü 1984’te yasaklansa da 90’ların ortalarına kadar sıkı bir uygulama olmadı. Sınıfımda az da olsa başörtülü öğrenci vardı. Dersten atılmadılar. Ama koca koca profesörlerin, meşreplerine göre, kaba ya da kibar, sözlü tacizlerine maruz kaldılar.
Üniversitelerde başörtüsü yasağı 28 Şubat kararlarıyla sert bir şekilde uygulanmaya başladı. İkna odaları, peruklar, derslerden atılmalar, kampüs kapılarından döndürülmeler yaşandı. O yıllarda canla başla okumaya inat eden tüm başörtülü kadınlara hep saygı duydum.
Bin yıl süreceği öngörülen 28 Şubat süreci beş yıl sürdü. 2002'de Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidara geldi. Türkiye’yi demokratikleştireceklerdi. Ordu kışlasına çekilecekti. Hak ve özgürlükler genişleyecekti. Türkiye Avrupa standartlarını yakalayacaktı. Tüm bu tartışmalarda başörtüsü hem AKP’nin hem de muhalefetin en sık kullandığı kelime oldu.
Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı adaylığı kendisi üzerinden değil, eşi Hayrünnisa Gül’ün başörtüsü üzerinden tartışıldı. Gül’ün cumhurbaşkanı seçildikten sonra verdiği ilk 29 Ekim resepsiyonu krize dönüştü. Eşi Hayrünnisa Gül’ün başı kapalı olduğu için Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve TSK üyeleri resepsiyonu boykot ettiler.
Muhalefet AKP’yi başörtülü kadınlar üzerinden eleştirdi ve tehdit etti. AKP’li siyasetçiler de iktidarları boyunca hak ve özgürlükleri genişlettiklerini başörtüsü mücadelesi üzerinden örneklendirdiler.
AKP üniversitelerde başörtüsü yasağını 2008’de kaldırarak ihlale son verdi. Merve Kavakçı’dan sonra başörtülü milletvekillerini ilk kez Meclis Genel Kurulu’nda görmek için 2013’u bekleyecektik. AKP milletvekilleri Gülay Samancı, Sevde Beyazıt Kaçar, Nurcan Dalbudak ve Gönül Bekin Sahkulubey bir gün sessizce Kurul’a girip oturdular.
Merve Kavakçı’ya başörtüsünden ötürü “dışarı” diye bağıran milletvekillerini canlı yayınlarla izlemiştik. Ama 14 yıl sonra başörtülü vekillerin Meclis’e girişini izleyemedik. Kurul başlamadan önce, Meclis TV yayına girmeden içeri alındılar. Başlarını hâlihazırda vekilken örttükleri için kürsüde yemin krizi de yaşanmadı. Nurcan Dalbudak başörtüsünü takabildiği için duyduğu heyecanı anlatırken şimdiye kadar hiç kürsüye çıkmadığını, erkek vekillerden kendilerine pek de sıra gelmediğini söyledi.
Bugün kağıt üzerinde verilen haklar sayesinde 90’ların en alevli konusu olan başörtüsü problemi büyük ölçüde sona ermiş görünüyor. Ancak her ne kadar mecliste başörtülü vekiller olsa da, başörtülü kadınların halen hakim, savcı ve polis olamadığını, oysa erkeklerin her kim olurlarsa olsunlar bu görevlere gelebildiklerini anımsamakta fayda var. Yani mücadele henüz bitmedi.
Üstelik, Türkiye’de devletin ne zaman kendisine meydan okunduğunu düşünse kendisini korumak için verdiği sert tepkiler aklımızda. 1968 yılında Türkiye İşçi Partisi (TİP) milletvekili Çetin Altan’a Meclis’te yapılan linç girişimi ve 1991’de aralarında Leyla Zana’nın da olduğu altı Kürt vekilin Meclis’ten alınıp götürülmesine kadar… Darbeleri ve muhtıraları hatırlatmaya bile gerek yok.
Merve Kavakçı bugün Washington DC’de George Washington Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Fakültesi’nde ders veriyor. Kavakçı’nın milletvekilliği çifte vatandaşlığa sahip olduğu gerekçesiyle elinden alınmıştı. Türkiye’nin karanlık 90’larında başörtüsü özgürlüğü mücadelesinin sembol ismiydi Kavakçı. Kanaatimce, bugün geldiğimiz noktada, iade-i itibar, Türkiye Cumhuriyeti devletinin Merve Kavakçı’ya borcudur…(ZE/BA)
Zeynep Erdim 1972'de İstanbul'da doğdu. 1991'de Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü'nden mezun oldu. Gazeteciliğe Turkish Daily News gazetesinde başladı. Halen BBC World News Radyo ve Televizyonu'nda haber prodüktörü olarak çalışıyor. |